İnsanın ruhsal dünyasını ve yaşantılarını nörobiyoloisi, kişiliği ve insan etkileşimleri belirler. Psikiyatri bu üç boyutta oluşan ve insanın ruhsal sağlığını bozan sorunları araştırır ve bunlar üzerinde çalışır. Bu açıdan psikiyatri bütüncül bir yaklaşıma sahiptir. Psikiyatrinin elinde hem biyolojik, hem psikolojik hem de sosyal boyuta müdahaleyi mümkün kılan tedavi yöntemleri vardır.
Psikoterapi etkili bir yöntem mi?
İlaçlar, elektrokonvulsif, transkraniyal manyetik ve elektriki uyarım terapileri, bazı ameliyatlar ve implant (deneysel de olsa) uygulamaları gibi tedaviler biyolojik boyuttaki işleyişe etki eder. Diğer önemli yöntem ise psikoterapidir. Psikiyatri, psikoterapi ile birbirleriyle etkileşim içerisinde olan bu boyutlardan psikolojik ve sosyal olanına yönelir.
Psikoterapi ilkesel olarak bu üç boyuttan psikolojik ve sosyal olanına etki edildiğinde insan psikolojisinde bir değişim, bir iyileşme ve bir düzelme sağlanacağı varsayımına dayanır. Bugün için bu varsayımı ileri araştırma yöntemleri de doğrulamaktadır. Örneğin yapılan bazı beyin görüntüleme çalışmaları insan psikolojisine, düşünme biçimlerine, davranışlarına etki edildiğinde nörobiyolojik işleyiş hatta beynin yapısında birtakım anlamlı değişimlerin ortaya çıktığını göstermektedir. Bu bilimsel bulgular psikoterapi tekniklerinin iyi kullanıldıklarında hastalık kısır döngülerini kırmak için bir müdahale alanı yaratabildiğini doğrulamaktadır. İnsan büyürken öğrendikleri, gördükleri ve yaşadıkları ile nasıl değişiyor olumlu veya olumsuz yönde gelişiyor bir kişilik yapısana kavuşuyorsa psikoterapiyle de aynısı yapılabilir. Bu açıdan bakıldığında psikoterapinin etkin bir yöntem olması gerçeği şaşırtıcı değildir.
Psikoterapi hangi durumlarda etkili?
Psikoterapiler ruhsal bozuklukların birçoğunun tedavisinde az ya da çok etkilidir. Ancak bu etkinlik, durum, olay, kişilik yapısı, biyolojik ve genetik etmenlere göre farklılık gösterir. Buna karşın kişilik bozuklukları gibi bir kısım vakada psikoterapinin etkin olduğunu söylemek zordur. Bir kısım vakada ise biyolojik bileşenler çok ağırlıklıdır. Örneğin şizofreni, bipolar bozukluk bunlardan en önemlileridir fakat depresyon, anksiyete bozuklukları gibi hastalıklarda da biyolojik bileşene etki eden ilaç tedavileri veya diğer yöntemler de tedaviye eklenmek durumundadır.
Psikoterapi sadece psikiyatrik hastalıklarda değil, kişiler arası sorunlarda, aile içi krizlerde, dönemsel krizlerde, başetme mekanizmalarının sekteye uğradığı yaşam olaylarında, travmalarda da etkili tedavi yöntemidir.
Günümüzde ruhsal bozuklukların tabiatına, insanın kişilik yapısına, yaşanılan sorunlarının niteliğine uygun psikoterapi yöntemleri belirlenmeye çalışılmaktadır. Her durum ve hastalıkta yöntemlerin ve tekniklerin hepsinin aynı ölçüde işe yaramaması da bu çabayı olumlamaktadır. Teknik ve yöntemlerin işe yaraması için öncelikle bir giriş kapısına ihtiyaç vardır. Nedir bu giriş kapısı peki?
Bu giriş kapısı terapistin hasta ile kurduğu insani ilişkidir. Bu da şaşırtıcı bir durum değildir. Değişm ve gelişim insanın çevresiyle, doğayla, evrenle, anlam-mana dünyasıyla yakınındaki insanlarla, duyumsal, duygusal ve düşünsel olarak kurmuş olduğu ilişkiler zemininde şekillenir. Peki bu insani giriş kapısından girmek yeterli midir? Bana göre teknikler, modeller, yaklaşım ve yöntemler insanda düşünsel, davranışsal, duygusal, anısal ve anlamsal bütünlükte yani bir anlamda kişilikte değişimi başlatacak kendi başına bir güce sahip değildir. Tıpkı evinizdeki kerpeten, tornavida gibi. Nerede ve nasıl kullanacağınızı bilmezseniz bu aletleri hiç işinize yaramaz. Hatta tamir etmeye çalıştığınız şey elinizde kalabilir.
Bu nedenle psikoterapinin gerekliliği, hangi yöntemlerin, nerede, ne zaman kullanılacağının iyi saptanmış olması gerekir. Tıpkı fizik tedavi rehabilitasyon uzmanlarının hangi fizyoterapi yöntemlerinin kullanılacağını belirlemeleri gibi psikiyatri de bu gerekliliği, terapi yöntemlerini belirlemekle ve takip etmekle yükümlüdür. Psikiyatristlerden bir kısmı terapi yönelimli olduklarından psikoterapiyi doğrudan kendileri yapabilir aksi tahdirde psikoterapi konusunda eğitimli klinik psikologlar, psikoterapi eğitimi almış olan psikoterapistler psikiyatristlerle işbirliği içinde tedavi sürecinde yer alırlar.
Psikoterapi çeşitleri nelerdir?
Sayısız psikoterapi yaklaşımı ve modeli vardır ancak gerek bireysel, gerek eş-aile, gerekse grup terapileri formatında olsun bunların hepsi belirli kuramları temel alırlar. Bu kuramlar özetlersek, psikanalitik-psikodinamik, bilişsel-davranışçı, kişilerarası, varoluşçu, sistemik, yapısal kuramlardır.
Psikodinamik-psikanalitik yönelimli terapiler insanın bebekliğine kadar uzanan anılar üzerinden derinlemesine ego, id, süperego, bilinç, bilinçdışı gibi yapıları, oral, anal fallik dönem fenomenleri dikkate alarak çalışır. Bilişsel davranışçı terapiler insanın sorunlarının doğrudan kaçınma davranışlarıyla ilişkili düşünsel ve davranışsal şablonları, otomatizmaları üzerine gider. İnsanın geçmişiyle uğraşmaz, davranışsal ve düşünsel kalıpların değiştirilmesinin sorunların çözümünde doğrudan etkili olduğuna inanır. Varoluşsal yaklaşım insanın günlük hayatta yaşadığı sorunların ortak varoluşsal yaşantı ve sorunlarla ilişkili olduğuna inanır. Sistemik kuram ise insanın bir sistem içerisinde varolduğuna sorunlarının orada ortaya çıktığına ve sistemlerin içindeki denge ve dinamiklerden yararlanarak çözüleceği teziyle hareket eder. Yapısal kuram örneğin aile terapilerinde bireyler ve sistemler arasındaki sınırlar, ebeveyn, çocuk alt sistemleri gibi sistemlerin bütünlüğü ve birbiriyle ilişkilerini ele alır.
Yukarda belirtildiği üzere psikiyatrik bozukluklarda bu yaklaşımların hepsi etkili olabilir ancak bazılarının bir kısım bozukluk ve durumda daha etkili olduğu bilinmektedir. Örneğin kişilik gelişiminde dinamik-analitik yönelimli terapilerin, anksiyete, depresyon bazı kişilik bozukluklarında bilişsel davranışçı terapilerin, sosyal ilişki güçlüklerinde kişilerarası terapilerin etkili olması gibi.